Yeni Bir Dünyada Klientalizm

burcu Sakız burcu Sakız
11.03.2016 17:10


Öz

“Ben askerlerimi satın almadım, topladım.”
Tacticus, Histoiriae,1,5.

1960’ların sonlarında ilk kez açıklamalı bir biçimde öne çıkan ve 1980’lerde yeniden gündeme gelen Klientalizm çalışmalarında, 1990’ların sonlarında hızlı bir yükseliş görüldü. Klientalizmin çok çeşitli boyutları mevcut olmakla beraber; yeni demokrasilerde ve olgun demokratik yapılarda ekonomik ve sosyal hayat üzerindeki etkilerinin gitgide farklılaşması vasıtasıyla öne çıkan etkenler, Klientalizme çeşitli açılardan bakmayı gerekli kılmıştır. Bu çalışmada, Klientalizm’in politikayla ilişkisini ortaya koyan politik klientalizmin, politik ekonomiyle ve kamu yönetimiyle bağlantılarını ortaya koymaya çalışacak; bu bağlamda işsizlik, oy verme davranışı, müeyyideler, demokratikleşme, medya, yolsuzluk ve siyasal değişim kapsamında incelemeler yapacağız. Neticede, yeni bir dünyanın bizlere sunduğu politik, ekonomik ve sosyal ortamın gereksinimleri içerisinde Klientalizmin doğurduğu olguları gözden geçireceğiz. Özellikle kamu yönetiminde Klientalist politikaların nerede durduğunu göstermeye çalışacak fayda ve maliyetlerine şöyle bir göz atacağız. Atinalı Themistokles’in, kendisinden bir şenlikte ud çalması istenince, “çalgı çalamam, ama küçücük bir kasabadan koca bir kent yaratabilirim” der.1 İnanıyoruz ki; kamu yönetimi açısından ve yönetim felsefesi ve politikaları bakımından can alıcı derecede önemli olan Klientalizmi incelemek akademik anlamda literatüre katkı sağlarken, aynı zamanda uygulamalar açısından da faydalı olacaktır.

Anahtar Kelimeler: Klientalizm, Politik Klientalizm, Kamu Yönetimi, Kamu Ekonomisi, Demokratikleşme

Giriş

Tanımsal Çerçeve

Tarihçi Richard Graham patronların ve müşterilerin, politik, sosyal ve idari bakımdan birbirlerine paralel roller oynadıklarını açıkça dile getirircesine Klientalizmi, “oradan al, buraya ver” ilkesi üzerine inşa edilmiş; birbirinin desteğinden faydalanmasına olanak sağlayan bir eylem dizisi olarak tanımlamaktadır (Roniger L,1998: 1).

Klientalizm kendini tüm toplum biçimlerinde farklı seviylerde gösterir. Toplumsal hiyerarşi içinde, farklı sosyal statüleri olan kişi ya da gruplar farklı pozisyonlarda görev alırken buluştuğu anda ortaya çıkar (Dikey Grup). Şahsi ilgileri gerçekleştirmenin resmi yöntemleri yahut arzu edilen kaynaklara erişim yolları eşitsiz olarak görüldüğünde, gayri resmi yollar devreye girer. Toplumsal hiyerarşide daha üst düzeyde görev yapan birey; yani patron, toplumsal hiyerarşide daha düşük düzeyde bulunan kişilere yahut gruplara; yani müşterilere yardım sunmaya muktedirdir.

Patron, şahsi hizmetlerin alış-verişinde onların etrafına koruyucu bir şemsiye koyar. Klientalist bağlantıların temeli, eşitsiz karakterde olan kaynakların alış-verişi ile alakalı olan şahsi sadakat ve sorumluluk duygusuyla inşa edilmiştir (Gadowska K, Majcherkiewicz T, 2006: 2).

Bu anlamda Klientalizmin bir tür patronaj ilişkisi olduğunu söylemek mümkündür. Politik anlamda patronaj, politikacıların uzun vadede planlı ve programlı politik sistemler kurmak yerine; kendisine oy veren seçmeni bir müşteri olarak algılaması ve kendisine oy veren seçmene yahut zümreye bu oy karşılığında hizmet sunmasıdır. Sorauf’un ortaya koyduğu üzere patronaj sistemi; yetenekli ve tecrübesiz kişilerin birtakım üstler ve yöneticiler tarafından işe alınıp ardından kendilerine politik gelişmelerden bağımsız olarak ayrıcalıklı bir görünüm verildiği “plansız liyakat” sistemi olarak kullanılmıştır (Bearfield, D. 2009: 64).

Klientalizm ve Patronaj hakkındaki literatürün önemli bir bölümü; çoğunlukla tarihsel bir bakış açısıyla nedenlerini ortaya koymaya odaklanmıştır (Indridason H.İ, 2006: 4). Bu anlamda, mevcut durumu kapsayan bakış açısıyla yapılmış bir tanım daha fonsiyonel olacaktır. Politik, ekonomik ve sosyal dinamikleri içine alan geniş bir tanım olarak; Klientalizmi “devletin kaynaklarının, politik aktörün yeniden seçilme olasılığını maksimize etmeyi amaçlayan çıkarcı tahsisatı” olarak tanımlıyoruz (Gadowska K, Majcherkiewicz T, 2006: 5).

Karşılaştırmalı siyaset literatürünün geniş bir bölümü patron- müşteri ilişkilerinin doğasını, Klientalist bölüşümün çeşitli şekillerinin etkinsizliğini ve ayrışma şartlarını araştırmıştır. Ortak bir netice, Klientalist politikaların düşük verimlilik düzeylerinde, eşitsizliğin yüksek olduğu ve keskin toplumsal hiyerarşik ilişkilerin bulunduğu ortamlarda daha etkili ve cazip olduğudur. Diğer önem arzeden faktörler, kültür, tarihsel etkenler, ekonomik kalkınmanın seviyesi ve kamu kesiminin büyüklüğüdür. Klientalizmin sosyal ve ekonomik belirliyecileri hakkındaki çalışmalar kökenini anlamamıza ve eğilimlerindeki genel şartları belirlemede yardımcı olabilir; ancak bunlar ülkeler arasındaki Klientalist bağlantıların yoğunluklarındaki farklılıkları ve Klientalizmin gelişmiş refah seviyesi yüksek demokrasilerdeki yaygınlığını açıklamada çok da faydalı değildir (Wantchekon L, 2002: 3). Bu bağlamda, konunun değişik bakış açılarıyla belirli yönlerden ele alınıp incelenmesine gerek vardır. Bu makalede çeşitli açılardan Klientalizmi ele almaya çalışacağız.

1.Klientalizm ve Politik Ekonomi

“Bal toplamak isteyen kimse, arı kovanını çiğnemez”
Dale Carnegie

Yeniden Bölüşüm Açısından

Kötü ekonomik politikaların temel kaynaklarından biri, gelirin yeniden bölüşümü için uygulanan baskıdır; en azından demokratik sistemlerde kötü ekonomik politikalar, politik gücün, varlıklardan ve gelirden daha adil bölüştürülmesinden kaynaklanmaktadır. En nihayetinde, yeniden bölüşümün ne manaya geldiği ve meydana gelişi hakkında tatmin edici bir teori ortaya koymada iki mühim problem mevcuttur. Birincisi, teorik literatürde; politikacıların ve politik partilerin yalnızca eski ve mantıklı olmayan icraatler yaptıklarını savunan araştırma ile (Alesina, 1988, Besley ve Coate, 1997 ye göz atınız) Down (1957)’ı izleyen politikacıların arzu ettikleri herhangi bir icraatte bulunabileceklerini savunan araştırma arasındaki ikili ihtilaftır. İkincisi, birçok ülkede ortada yalnızca bir yeniden bölüşüm varmışçasına değil de; aynı zamanda, bu bölüşüm kimi zaman farklı şekillere bürünüyormuşçasına görünmektedir. Örneğin; yeniden bölüşüm ekseriyertle bürokraside çeşitli çalışma şekillerini içermektedir ve Alesina, Danninger ve Rostagno'un (1999) öne sürdüğü üzere, İtalya’nın güneyini kapsayan kamu kesiminin ücretler bilançosunun yarısı tam manasıyla gelirin yeniden bölüşümü olarak görülebilir (Robinson J.A., Verdier T, 2003:1).

Yeniden bölüşüm politikaları konseptimiz, antropolojide ve siyaset biliminde kullanıldığı mana ile “Klientalizm”e oldukça yakındır. Klientalizm, “politikacı” ile seçimlerde oy karşılığında patronaj kullanan ya da müşteri desteği veren “patron” arasındaki değiş tokuştur. Bu literatürde en baskın formdaki gerçek ise, Klientalizmde asıl değiş tokuş edilen şeyin oy karşılığında istihdam olduğudur. Weingrod’un (1968, syf 379) sözleriyle “patronaj, politikacıların seçimlerde alacakları oy desteği karşılığında; kamu istihdamı yaratması yahut özel sektörden iş vermesidir” (Robinson J.A., Verdier T, 2003:2). Bu anlamda, işler ve oylar arasındaki bir değiş tokuştur.

Ortaya koyduğumuz üzere, normal şartlar altında, Klientalizmin teknoloji bakımından zayıf ve eşitsizliğin yüksek olduğu ülkelerde göreli olarak çok önemli olduğudur. Düşük düzeyde geliri olan müşterilerin politik bağlılıklarını, iş teklifleri yaparak satın almak daha ucuzdur ve bu durum Klientalist bir yeniden bölüşümü destek toplamanın bir yolu olarak daha cazip kılmaktadır. Bu iktisadi etki, tarımsal verimliliğin düşük olduğu yahut; verimlilik ve ortalama gelir düzeyinin veri olması kaydıyla eşitsizliğin arttığı koşullarda etkindir. Ardından, Klientalizmin mevcut olduğu bir durumda etkinsizlik artışını çeşitli faktörlerin tetiklemekte olduğunu öne sürüyoruz. Özellikle, 1- Hissedar yahut hisse sahiplerinin iktidarda kalma süresi uzunsa 2- Seçim sonuçlarını belirlerken parasal motivasyonlarla ilgili ideolojiler mühimse 3- Nedensel koşullarda ve koşullara bağlı olarak Klientalizm başgösteriyorsa, bu durumda politika daha etkisiz ancak; eşitisizlik ve adaletsizlik daha fazladır. (Robinson J.A., Verdier T, 2003: 3,4 ). Bu durum, sanıyorum bizlere az gelişmiş ülkelerde neden Klientalist politikaların daha yaygın olduğunu açıklıyor.

Dünya ülkelerine baktığımız zaman, Klientalizmin üretimin ve verimliliğin daha düşük olduğu ülkelerde başgösterdiğini görüyoruz; aslında hem yoksulluk Klientalizmi doğurmakta hem de Klientalizm yoksulluğa sebep olmaktadır. Kısacası, istihdam teşvik edici ve uygun politik değiş tokuşun bir bölümüdür; ancak modernleşme ve kalkınma Klientalizmi ortadan kaldıran başlıca etkenlerdir. Esas mesele, informal literatüre göre Klientalizmin geniş ölçüde kamu mallarının (daha açıkça tam kamusal malların) eksik arzına sebep olduğudur. Zuckerman genel görüşünü (1977 :64)'te belirttiği gibi, “Politik Klientalistler nadiren, grup üyesi olmayanların da ortak malları değerlendirmesi amacını gerçekleştirme yönünde icraatte bulunacaklardır (Robinson J.A., Verdier T, 2003: 23 ).

İşsizlik Açısından

Bu bağlamda İşsizlik ve Klientalizmi incelememiz gerektiği görüşündeyiz. En somut örneği Latin Amerika’da (Arjantin) başgösteren Piquetero Hareketidir. “Caddeleri kapatıyoruz. Kapattığımız bu kısımları bizim ilan ediyoruz. Yakıp yıkmak için odun ve benzin kullanıyoruz. Böyle yapıyoruz çünkü bizi farkedebilecekleri tek yol bu! Eğer sadece yürüyüş yapıp geçsek, muhtemelen üzerimize çullanırlardı!” (Salvochea,R., 2008: 304).

Latin Amerika ülkeleri arasında, 1990’ların ortalarında, yalnızca Arjantin’de iyi organize olmuş, işsiz kişilerden oluşan bir sosyal hareket olan Piquetero Hareketi ortaya çıktı. Piqueterolar, Arjantin Devleti’nden geçici işler, özel sübvansiyonlar ve yiyecek desteği şeklinde sosyal yardım taleb eden çeşitli otonom birliklerde organize olmuşlardı. Piquetero Hareketi, yedi tanesi çok önemli olan çeşitli gruplara ayrılmışlardı. Amaçlarını gerçekleştirmek için, Arjantin’in belli başlı şehirlerinde, sokakları, caddeleri, kamu binalarını ve iş komplekslerini içine alan kitlesel protestolar organize ettiler. Amaçlarını gerçekleştirirken; kendilerine yiyecek ve yardım sağlayan birtakım grup üyeleri de mevcuttu (Ponce, A.F., 2007: 1).

Piquetero organizasyonlarına katılım gerçekten, daha ileri bir caydırıcılık içeriyordu. Bu sadece devletten para yardımı almanın bir yolu değildi, aynı zamanda bu organizasyonların üyelerinin yeniden istihdam edilmeleri için bir çaba olarak algılanan aktif bir göreve katılımdı. Hareketin bir parçası olmak; üyelerin Sosyal Tanınma ihtiyaçlarını gideriyor, onlara organizasyonların eylemlerine katılım, protesto ve zamanlarını geçirme imkanı sağlıyordu. Bu durum, üyeleri, alternatif bir istihdam için fazladan kişisel yetkinlikler kazanma peşinde koşmak gibi yeni üretim olanakları aramaktan alıkoyuyordu ve işsizliği kalıcı bir duruma dönüştürüyordu (Salvochea,R., 2008: 316). Aynı zamanda süregelen aktivizm bir “sosyal kavga” mesajını da besliyordu.

Klientalist talep açısından bu hareketi incelediğimiz zaman önemli bir noktaya geliyoruz. Bunun için, Peronist Parti ve Piqueterolar arasındaki ilk etkileşimi kapsamlı şekilde değerlendirmek gerekmektedir. Piqueterolar, Peronist Parti içinde bir ihtilaf yaşandığı bir dönemde ortaya çıkmışlardır. Parti, iki görünmez lider arasındaki anlaşmazlık sebebiyle birliğini kaybetmişti: 1999'da yeniden seçilmek isteyen Carlos Menem ve Buenos Aires'te ve Peronist Parti’de güçlü durumda bulunan Eduado Duhalde. Arjantin Federal Sisteminde, mali kaynakların önemli bir bölümü, eyaletler ve yerel idareler arasında paylaşılıyordu. (Yasa doğrultusunda) Bu mali yasalar ve mali transferler vasıtasıyla, yerel liderler Arjantin yönetiminde belli bir otonomiyi sağlayabiliyordu. Bu kuralların varlığı sebebiyle, Lucinda Benton (2002) ulusal liderlerin, yerel liderlere politik kariyererinde başarılı olmaları için, politik ve mali faydalar sağlaması gerektiğini öne sürmüştür. Bu sebeple, bu faydalar ve finansal kaynaklar ulusal liderler ve onların politik patronları arasında sürekli pazarlık konusu olmuştur (Ponce, A.F., 2007: 6-7).

Dolayısıyla, Menem ve Duhalde’nin bu rekabeti, değişik sektörlerden ellerinden geldiklerince sağladıkları yiyecek yardımları ve nakdi yardımlar “Politik Klientalizm”i güçlendirdi. Dahası, Arjantin Devletinde, devlet yardımlarının bu değişimiyle ilgili Piquetero Hareketi tarafından hiçbir nakdi yardım davası açılmadığı için de Menem ve Duhalde, bu yeni ve potansiyel “politik piyasadan” politik destek sağlamak için Klientalist stratejilerine devam ettiler. Bu rekabet, Arjantin Devletinde çeşitli düzeylerdeki patronların bu birliklerle ve önemli sivil toplum grupları liderleriyle olan ilişkilerinin doğasını yeniden şekillendirdi. Yeni politik liderler, kitleler halindeki işsiz insanları organize ederek bu politik rekabeti daha cazip hale getirdiler (Ponce, A.F., 2007: 10).

Klientalist arza göz attığımızda benzer bir tablo görüyoruz. Başarılı olmak için liderler, üyelerin fayda maksimizasyonlarını gözönünde bulundurmak zorundadır. Bu çıkarım, ekonomist Marcur Olson’un (1971), ideolojiler ve sorunlardan ziyade fayda ve maliyetlere odaklanan Mantıksal Seçim Teorisine dayanmaktadır (Ponce, A.F., 2007: 12). Fayda maksimizasyonu sağladıkları izlenimini vermeye çalışan politik liderler, Arjantinde seçim yasalarını yeniden dizayn ettiler. Arjantinde seçim yasalarının özel dizaynı, Piquetero liderlerinin oynadığı rolü düşünürken; hareketin büyüklüğünü ve nüfûzunu açıklamada yardımcı olabilir. 1985'teki Politik Partiler Yasası, liderlik pozisyonları için parti içinde bir ön seçimi gerektirirken, yeni dizayn edilen yasa, politik partileri bu tarz bir ön seçim için zorlamıyordu. Bu liderlerin seçiminde, politik partiler tarafından üç tür aday seçimi methodu uygulandı: 1- Seçkin Kişilerin Ayarlanması (Liste Yöntemi), 2- Toplu Seçim 3- Direk Seçim (Ponce, A.F., 2007: 13). Aslında buradan yani seçim sisteminin yeniden dizayn edilmesinden, Arjantindeki Peronist Parti’nin neden Halkın tamamıyla değil de; Piqueterolarla işbirliği içinde kamusal malları özelleştirmeye çalıştığını anlıyoruz.

Sosyal Fonlar Açısından

İşte tam da bu noktada Klientalizm ile sosyal fonlar arasındaki ilişkiyi ele almakta fayda olduğunu düşünüyoruz. Latin Amerika’daki sosyal harcamalar ve eşitsizlik hakkındaki ekonomik reformların piyasaya etkisi, ekseriyetle sosyal güvenlik, bölgedeki olumsuz trendlerden en önemlisidir (Szekely 2001; Birdsall ve Szekely 2003). Merkezi hükümetler, sosyal harcamalardan tasarruf etmek ve mali hedefleri tutturmak amacıyla; kamu harcamalarını kısma ve piyasalarını dış ticarete açma konusunda baskı altındadır. Bununla beraber, Kaufman ve Ubiero’nun (2001: 582) ortaya koyduğu üzere, Latin Amerika’daki piyasa reformları; “piyasa güçlerindeki kırılganlıktan en direk bir biçimde korunmayı sağlayan sosyal harcama bileşenleri olan emekli aylıklarında ve diğer transferlerde azaltmaya gidilmesine yol açan yöntemlerin güç kaynaklarını değiştirmiştir” (Becerra, M.P, 2006: 6).

Çeşitli sosyal fon tanımlarına rastlayabilirsiniz. Genel terimlerle, sosyal fonlar, direk olarak avantajsız konumda bulunan nüfus için, insan kaynaklarının geliştirilmesinin ve yoksuluğun azaltılmasının desteklenmesi amacıyla; kaynakların tahsisatıdır. Bu fonlar, genellikle bakanlıklar altında işlem görür ve Başkandan politik onay alması gerekir. Aynı zamanda, sosyal projeleri onaylama yahut reddetme kriterleri geliştirmekle görevli profesyonel takımlarını oluşturma konusunda otonomiye sahiptirler. 1990’lar boyunca, Latin Amerika hükümetleri bu tarz fonları, yoksulluğun önlenmesi ve azaltılması amaçlarıyla adapte etmeye başladılar. Peru’da, Fujimori’nin otoriter rejimi, özellikle Lima dışındaki yoksul kesimlerin sosyal altyapısını geliştirmek için buna benzer bir program adapte ettiler. Demokrasi adına yavaş bir liberalleşme süreci tecrübe etmeye başlayan diğer rejimler, mesela Meksika’daki hegomonik parti, güçsüz ve kırsal kesimlere, piyasa odaklı politikalardan kaynaklanan açıklarını kapatmakta kullanacakları fon projeleri dağıtmak için geniş bir fon dizayn ettiler (Becerra, M.P, 2006: 8).

Latin Amerika’daki sosyal fonlar ve Klientalizm hakkındaki literatür, açık bir biçimde ifade ediyor ki; politikacılar özellikle zayıf kurumsal kısıtlarla yüzyüze geldiklerinde, (Peru’daki Fujimori rejiminde olduğu gibi, ya da Meksika PRI hegomonik parti sisteminde olduğu gibi) kaynakları Klientalist bir amaçla, politik ve seçimsel olarak yandaş toplamak için kullanmaya başlayabilmektedir. Diğer bir deyişle, belirli kurumsal şartlar altında; bu tür sosyal fonlardan gelen kaynaklar, katı bir biçimde programa katılanların potansiyel faydalarını hedefleyerek; sosyal ve ekonomik değerlendirmeler için kullanılmak yerine; politik bir mantıkla tahsis edilmeye başlanabilmektedir (Becerra, M.P, 2006: 11).

2.Klientalizm ve Kamu Yönetimi

“Akıldan yoksun insanlar için yönetilmek yönetmekten iyidir”
Demoktiros2

Kamu Yönetiminde Politik Klientalizm

Kamu yönetiminde Politik Klientalizmi analiz ederken, devletin pozisyonu açısından kısmen ciddi tehdit teşkil eden kurumsal boyutlar ortaya koyulmalıdır. Bu tarz ilişkilerin gönüllü karakteri (bir bölümü sınırlandırılmış olsa da) hayati derecede önem taşımaktadır (Majcherkiewicz T, Gadowska K, 2006: 1). Politik Klientalizmi özellikle kamu yönetimi ile alakalı şekilde ele alırken; komünizm sonrası Polonya’yı ve geçirdiği kurumsal değişimleri gözden geçirmek faydalı olacaktır. Polonya örneğinde, kamu yönetimindeki kıdemli politik pozisyonların; özellikle genel müdürlerin pozisyonlarının güçlü politik baskısını ve istikrarsızlığının altını çizmek gerekmektedir. (En kıdemli idari pozisyonlar, merkezi yahut bölgesel ofislerin performansını yönetmektedir ve aynı zamanda bu kurumlardaki personel politikalarından da sorumludurlar.) Başkan ve bölge yöneticisi (wojewoda) yahut genel müdürler arasındaki ilişkilere baktığımızda; Polonya örneğinde en hassas olan politikacılar ve yönetim ofisleri arasındaki ilişkilerdir, ve bu ilişkiler tabiatıyla kamu yönetiminde karar alma mekanizmalarıdır yahut tam tersidir; yani Klientalist tipte ilişki formlarıdır. Polonya’da 1989’dan sonra politika ve idare arasındaki ilişkileri resmi olarak formüle etmek amacıyla yapılan reform teklifleri, genelde bu alanların keskin bir biçimde birbirinden ayrılmasını öngören klasik 19.yy modeline dayanmaktadır. Bununla beraber; bu model aynı zamanda, kamu yönetiminin organizasyonel yapıda politik alanın altında yer alması gerektiğini öngörmektedir. Kamu yönetiminde otonomiyi ve istikrarı garantileyen uzun ve kesintisiz demokratik gelenek mekanizmalarını tecrübe etmiş olan Batı Avrupa ülkelerinde, sivil toplum birlikleri aşamalı bir biçimde şekillenmiştir. Batı Avrupa’da bunlar yaşandığı esnada, Polonya ve Kıta Avrupası’ndaki diğer birçok ülke bağımsızlıklarını kaybetmişti (Majcherkiewicz T, Gadowska K, 2006: 2).

Kayırmacılık Meselesi

Konuyu daha derin bir şekilde açarsak; Klientalizm ve Kayırmacılık, ahlakî standartları düşürmektedir. Bu olgular, devlet genelinde politikacıların, kamu idarecilerinin, iş adamlarının ve bazen bilimsel kadroların hatta suçluların iletişim ağları vasıtasıyla bir kontrol ve yozlaşma oluşmasına yol açmaktadır. Bu tarz uygulamalar, partizanlık gayesine odaklanan ve kamu refahı için çalışan bazı seçkin politikacıların demoralize olmasına yol açmaktadır. Bunlara muhalif olan meslektaşlarının, kişisel gayelerinin başarılması ise devleti sömürmekten geçmektedir. Polonya ve diğer Kıta Avrupası ve Doğu Avrupa ülkeleri gibi komunizm sonrası devletlerin başetmesi gereken problemlerini analiz ettiğimizde, bu devletlerin, demokratik sistemlerin hiçbir ciddi kesintiye uğramaksızın kurulduğu modern ülkelerden kat be kat ciddi olmaları gerektiğini iddia ediyoruz. Komunizm sonrası ülkelerde, modern ve geniş çaplı bir devlet olma problemine ek olarak, bir de üstesinden gelinmesi gereken komunizm geçmişinden arta kalan ciddi mevzuat problemleri mevcuttur. Modern problemleri sınırlı finansal kaynaklarla karşılamaya muktedir olan etkin ve esnek bir kamu yönetimi formülasyonuna ek olarak; bu ülkelerde, kamu yönetimindeki yeni kamu yönetimi modellerinin ciddi kısıtarı olduğunu gösteren zorlayıcı ek faktörler mevcuttur (Majcherkiewicz T, Gadowska K, 2006: 3).

Neticede bu anlamda neler yapılabileceğine baktığımızda etkin bir sivil toplum inşası gerekliği karşımıza çıkmaktadır. Klientalizm ile etkin bir biçimde savaşmak, apolitik ve otonom bir sivil toplum tarafından formule edilmiş eylemleri gerektirir. Bununla beraber, Polonya örneğine baktığımızda, bugün hala Sivil Toplum birliklerinin inşası en en önemli ön koşul olarak karşımıza çıkmaktadır. Dahası, buna eşdeğer biçimde önemli olan hatta belki de daha önemli sayılabilecek olan gereklilik ise ülkedeki politikacıların farkındalıklarında bir değişim yaratmaktır. Başbakan Marek Belka sivil toplumun önemi konusunda şunları ifade etmiştir: “Sivil toplum görevlilerinin başarısı, yalnızca prestij ve tüm kamu çalışanları arasında seçkin bir kişi olmak manasını taşımaz. Herşeyden öte, devlet ve vatandaşlar için, Polonya Anayasası’na göre sadakate dayanan hizmet sunarak sorumluluk almak demektir, ahlaki davranışla alakalıdır ve en yüce değerlere bağlılık gerektirir. Aynı zamanda, profesyonellik, güvenirlik, dürüstlük ve tarafsız bir performans demektir. Üçüncü Polonya Devletinin en önemli köşe taşı sizsiniz. Hiç şüphe yok ki; sivil toplumun yönetimdeki güçlü fonksiyonu ve etkisi olmaksızın devlette anarşi başgösterir ve atropi görülür” (Majcherkiewicz T, Gadowska K, 2006: 9).

Yolsuzluk Açısından

Bu noktada kanımızca Klientalizmi yolsuzluktan ayrı düşünemeyiz. Klientalizmin yolsuzluk ile ilişkisi olmadığını söylemek mümkün değildir. Yolsuzluk genellikle, “şahsi kazanç için kamu görevini kötüye kullanma” olarak tanımlanmaktadır ve birçok şekilde başgösterebilir. “Önemsiz” yolsuzluk icraatleri bireysel düzeyde vatandaşları hedefler. En yaygın örnekleri, trafik duraklarında polislerin rüşvet alması, kamu görevlilerinin nüfus cüzdanı yahut evlilik cüzdanı çıkarmak için ek ücretler talep etmesi ve kamu müfettişlerinin para sızdırmasıdır. Yolsuzluk aynı zamanda, geniş ölçekte politik elitlerin şahsi zenginleşme için fonları yanlış bütçelemeleri, ihaleye fesat karıştırmaları yahut finansal tedarik sözleşmelerinde rüşvet almalarıdır (Singer M.M., 2009: 3).

Klientalizm ve yolsuzluk genelde belli özellikteki ülkelerde ortaya çıkar; yoksulluğun yüksek düzeyde olduğu, zayıf demokratik kurumların bulunduğu, kısa demokratik geçmişe sahip ve geniş ekonomik bir mevcudiyeti olan ülkelerdir bunlar. Bu sebepten, İsviçre gibi ülkelerde politik rekabet programlı temel politikalar etrafında şekillenirken; Arjantin gibi ülkeler sürekli yolsuzluk skandallarına meyillidir. Klientalizm ve yolsuzluk arasındaki ilişki bununla beraber; yeterli düzeyde gelişmemiştir. Klientalizm ve yolsuzluk benzer yapısal sebepleri olduğu için; yahut Klientalist politikalar potansiyel olarak yolsuzluğun mevcut olduğu bir atmosfere katkı sağladığı için mi kesişmektedir? Kümülatif bilgi kullanılarak elde edilen data analizleri gelişme düzeyi ve demokratik tecrübe sabit tutulduğu zaman bile; Klientalizmin yolsuzluk ile yüksek derecede ilgili olduğunu ortaya koymaktadır. Dahası, Klientalizm yalnızca uzman politikacıların yahut Sivil Toplum örgütlerinin bildirdiği algılanan yolsuzluk düzeyi ile değil; aynı zamanda iş adamları tarafından bildirilen yolsuzluk ve rüşvet suçu tecrübeleri ile de alakalıdır. Klientalizm düzeyleri bu varyasyonu açıklamaz; bununla birlikte bireysel düzeyde vatandaşlar tarfından tecrübe edilen önemsiz rüşvet hadiseleri; Klientalist ülkelerde politikacıların yahut iş adamlarının daha çok vatandaşlar üzerinden yolsuzluk yaptığını söylemeye benzer. Bu olgu, yüksek maliyetli Klientalizm, büyük yolsuzluk eylemlerini angaje etmek için ve seçim makinalarına kaynak yaratmada, partiler ve politikacılar için tahrik edici bir motivasyon uyandırır (Singer M.M., 2009: 3-4).

Etnik Kimlikler Örneği

Kamu yönetiminde yolsuzluklara ve Klientalizm ile olan bağlantısına değinmişken; etnisiteye bağlı Klientalizme yani Etnisite ve Klientalizm'e de yer vermek gerektiğini düşündük. Özellikle eğitimde etnik köken etkilerinin iyi bir örnek olacağını düşünüyoruz. Kalkınma sürecinde, etnisitenin rolü henüz çok da iyi anlaşılamamıştır. Zengin bir etnik dokusu olan ülkeler genellikle, kalkınma sürecinde yüksek düzeyde sıkıntı çeker. Etnik olarak parçalı ülkeler, kural olarak düşük düzeyde makroekonomik istikrara, düşük büyüme oranlarına ve yüksek yolsuzluk oranlarına sahiptir. Devlet fonlarının Klientalist dağılımına odaklanan literatürün diğer standartları, eğitimde etnisitenin etkilerini açıklamayı ihmal etmiştir. Henüz, Klientalizm tartışması, eğitim sektöründe etnik kökenin etkilerine uygulanmamış olsa da, devletin bölüştürme özelliklerine dair geçerli açıklamalar sağlar. Daha açıkça ifade etmek gerekirse; Klientalizm teorisi, etnik partilerin fonları öncelikle kendi etnik kökenlerinde olan kişilere dağıttığını öngörür; kaldı ki bu da kendi etnik kökenlerinden olan kişilerin o bölgede daha iyi eğitim neticeleri almalarına ve ilerlemelerine yol açar. Halen, bu konuda net deneysel kanıtlar eksiktir (Weber,A, 2009:2).

Peki bu noktada Klientalizm etkisi dediğimiz etki nasıl ortaya çıkar? Klientalizm, genelde malların tüm vatandaşlara eksik tedariği söz konusuyken; bir takım hedeflenmiş özel gruplara fazla tedariği ile alakalıdır. Eğitim sektöründe, politikacılardan devletin kaynaklarını öncelikli olarak aynı etnik gruptan olduğu, kendi özel müşterilerine dağıtması beklenir. Devletin kaynakarı iktidardaki başkan tarafından dağıtıldığından, kendi etnik kökenindekiler muhtemelen bu durumdan faydalanacaktır. Dahası şu hipotezi öne sürebiliriz: “Başkanın kendi etnik kökeninden olanlar, daha yüksek eğitim olanaklarına kavuşur”. Araştırmaların çoğunluğu Klientalizm teorisini destekler niteliktedir. Bu konudaki ilginç bir örnek, Başkanın aynı etnik kökenden olduğu kişilerin, yüksek vergilendirmeden diğer etnik kökenlerden gelenlerden daha olumsuz biçimde etkilendiğidir.

Deneysel muğlaklık, muhtemelen politikada etnisitenin rolünün; yani politizasyonun hesaba katılmamasından ileri gelmektedir. Netice itibarıyla, vatandaşlar kendi etnik gruplarından olan politikacıya oy verir. Parti iktidara geldiği zaman, kendisinden ulusal kaynakları kendi etnik üyelerine dağıtması beklenir. Eğer ülkedeki politik partiler etnik kökene dayalı siyaset yapmıyorsa; ulusal kaynakları daha tarafsızca bölüştürmeleri beklenir. Bundan dolayı, eğitimde Klientalist bir bölüşüm üzerinde etnisitenin etkisi, politikadaki etkisi gibi olacaktır. Yani, etnik siyaset yapan ülkelerde Klientalizm politik etnisizm ile birlikte telafuz edilecektir (Weber,A, 2009:6).

Koalisyonlar Açısından

Kamu yönetiminin en önemli unsurlarından biri de koalisyonlardır. Biz Koalisyonlar ve Klientalizmin etkileşimli meseleler olduğu kanısındayız. Koalisyon teorileri, genellikle politikacıların tercihleri hakkında vasayımlarda bulunur ve temel bulgulardan biri de; ideolojik tercihlerin önemli olmadığıdır. Politikacıların ideolojik tercihlerinin değişitiğini tartışmasız biçimde varsayarak; hangi politik çevrenin Klientalizm ile karakterize edildiği ve politikacıların tercihlerinin politika ve idare üzerindeki etkilerine bakacağız. Varsayımlarımızda, farklı ülkelerden olan politikacıların tabiatı itibarıyla farklı özellikleri olduğunu kabul etmiyoruz. Politik çevre, seçkin politikacıların politika hakkındaki tercihlerini iki yoldan etkileyebilir. Birincisi, politikacılar mantıklı bir şekilde hareket ederseler, enerjilerini en iyi neticeleri alabilecekleri malların tedariği üzerine yoğunlaştırırlar. Yani; eğer seçmenler politikacılardan politik amaçlı ödenek talep ederseler, daha ziyade kamu malları üzerine odaklanan politikacı ölçüsüz olarak görülecektir. İkinci nedensel tartışma, politik çevrenin belli tipte politikacıları beğendiğidir. Temelde kamu mallarından ödenek ayırma üzerine odaklanan bir politikacı, muhtemelen Klientalizm ile karakterize edilmiş bir politik sistemde sınırlı bir başarı yakalayacaktır ve koltuk peşinde koşan politikacılara karşı mağlup olacaktır (Indridason,H.I, 2006: 10).

Seçim rekabeti ile ilgili, bu durumun literatürden benzer bir örneği, politik çevrenin politikacıyı olası eylemler üzerindeki tercihleri belirlemeye nasıl teşvik ettiğini netleştirmede faydalıdır. Ekstrem politik tercihleri olan ve tamamen politik motivasyona sahip bir politikacı olduğunu varsayalım. Politika yapabilmek için, bu politikacı öncelikle bir seçim kazanmalıdır. Göreli ekstrem politik tercihlerinin veri olduğunu varsayarsak, bu politikacının “gerçek” tercihlerini açıkladığı bir seçim kampanyası yapması muhtemelen politik bir intihar olacaktır. Bununla beraber, politikacı ona seçilme ve politikalarını uygulama imkanı sağlayabilecek politik platformunu yenileme seçeneğine de sahiptir; yani en azından muhaliflerinin uygulayacağı politikalardan daha caziptir. Politikacı sadece politikayı etkilemeye çalışırken, aslında net bir biçimde iktidara karşı eyleme geçmeyi tercih edecektir. Diğer bir deyişle, seçim rekabetinin yapısı, onun politik tercihlerini kendi tercih ettiği politik pozisyondan bambaşka icraatlere uygun hale getirecektir. Şunu kavramamız gerekiyor ki; politikacının icraateri yalnızca politik tercihleri ile açıklanamaz (Indridason,H.I, 2006: 11).

Klientalizm ve Kaolisyonlar hakkında şu varsayımlarda bulunabiliriz: Klientalizm yaygınlaştıkça, azınlık hükümetleri biçiminde koalisyonlar azalacaktır, tek başına iktidarlar artacaktır. Klientalizm yaygınlaştıkça; azınlığı içeren çok partili koalisyonlar azalacaktır, geniş partili koalisyonlar artacaktır. Klientalizm yaygınlaştıkça; ortada bulunan partiler azalacaktır ve küçük ideolojik grupları da içine alan koalisyonlar azalacaktır. Klientalizm yaygınlaştıkça; azınlık koalisyonları, ideolojik olarak küçük gruplara bölünme ile yüzyüze geleceklerdir (Indridason,H.I, 2006: 14, 18).

3. Klientalizm ve Demokratikleşme

“Demokrasinin bütün hastalıkları daha fazla demokrasi ile tedavi edilir”
Alfred E. Smith3

Siyasal Değişim Açısından

Demokratikleşme ve Klientalizm dediğimizde akla ilk olarak parti demokrasisi gelmektedir. Birçok akademisyen, parti demokrasisi için Klientalizmin ifade ettiği negatif anlamlar üzerinde durur. Pozitif yorumlar da daha yaygın şekliyle Klientalizmin politik temsilcileri halka bağlama yeteneği olmadığı gibi kurumsal hizmet sunmada mekanizma sağlayıcı bir özelliği olmadığı ve partinin vatandaşların acil ihtiyaçlarına cevap veremediği gibi konularda eleştirilmiştir.

Bunun temel sebebi, temsili demokrasilerdeki seçim sürecinin gerçek amacını altüst eden bir biçimde, oyların birşeyler satın almaya yarayan para gibi kullanılmasıdır. Demokrasinin birçok popülist konsepti, vatandaşların oylarını kendi ifadeleriyle, “kamu yararı” için kullandıklarını ve daha genel kabul gören şekliyle de bu kamu yararının politik karar alımı sürecinden temsili kurumların icraatleri vasıtasıyla haberdar olduğunu öngörmektedir. Aslında, bu ideal görüş problemleri barındırmaktadır. Sosyal Seçim Teorisinin öngördüğü üzere: Kenneth Arrow’un “imkansızlık teoremi”ne göre; bireysel tercihleri biraraya getirmek için adaletli, eşit bir karar alma kuralı yoktur ve böylelikle, “kamu yararı”na olanın gerçekte ne olduğunu ortaya koymanın bir yolu yoktur. Öyleyse; Klientalizmde demokratik teorisyenler nerede durmaktadır (Hopkin J, 2006:12)?

Klientalizm daha geniş bir popülist pozisyondan eleştirilmektedir çünkü; kamu mallarından pay ayırırken zarar etmek pahasına, bireylere bireysel ve seçilmiş faydaların dağıtımında öncelik vermektedir. Bağımsızlığın revaçta olduğu toplulukçu toplumlarda bu durum çok önemli bir problem teşkil etmektedir. Bu popülerlik, sosyalist teorilerdeki “endüstriyel çalışan sınıfının” yahut muhafazakâr yapılardaki “ulusal çıkar”ın kullanımı gibi, bazı yorumlarda “insan” ile eş anlamda kullanılmaktadır. Bireyler oylarını, seçimsel fayda gözeterek, özel şartlarda kullansalar; toplum isteklerinin toplu biçimde açıklanması, oy vasıtasıyla gerçekleştirilemez ve seçim sonuçları insanların gerçekten ne istediklerine dair güvenilir bir rehber olmaktan çıkar (Hopkin J, 2006:14).

Oy Verme Davranışı Açısından

Bu noktada, Klientalizm ve Oy Verme Davranışına değinmeyi de gerekli görüyoruz. Klientalizmin oy verme davranışı üzerindeki etkisini araştırmak için ayrıntılı ve sıkı bir araştırma yapmak amacıyla; 2001 Benin başkanlık seçimlerinin ilk etabında rastgele bir saha araştırması dizayn edildi ve uygulandı. Sonuçların gösterdiğine göre, Klientalizm tüm aday türlerinde işe yaradı ancak, yerel adaylarda daha etkili oldu. Sonuçlara göre; bayan seçmenler erkeklerdena daha fazla kamu mallarından yana tercih beyan ettiler ve genç ve yaşlı seçmenlerin politik tercihleri benzerlik gösterdi. Bence, Klientalistlerin güvenirliği caziptir ve Klientalist mallara erişimin derecesi oy verme davranışı üzerinde oldukça etkilidir (Wantchekon L, 2002: 26).

Misalen; mevcut adaylar seçim öncesi bir takım Klientalist mallar vererek daha güvenilir ve cazip görünmeye çalıştılar. Muhalefet adayları, kamu malı türünde vaatleri daha cazip ve güvenilir kılmak için, bir önceki seçim döngüsü boyunca kamu malları tedarik etme meselesi ile iktidardaki adaydan geniş bir rekabetsizlik neticesinde doğan avantajı alabilirler. Netice itibarıyla, Klientalist tür politikaların çoğu eşitsizce erkeği kadından daha fazla faydalandırdığından yahut; kadınlar erkeklerden daha çok çocuklarının refahını düşündüklerinden; kadınların çoğu kamu mallarına erkeklerden daha çok rağbet ettiler. Deneysel kanıtlar yetersiz olsa da; neticeler net bir biçimde gösteriyor ki; oy verme davranışı tamamen etnisiteye bağlı olarak belirlenmez. Daha da önemlisi, Klientalistler fakir seçmenler arasında yahut ekonomik gelişmişlik düzeyinin düşük olduğu durumlarda belki başarılı veya kuvvetli görünüyor olabilirler; lakin bunların hiçbiri evrensel olarak varolamazlar (Wantchekon , 2002: 27).

Afrika’nın son dönem çok partili seçim rekabetine baktığımız zaman; davranışsal açıdan oy karşılığında bir hediye almak yahut parlemento üyleriyle direk temas kurmak, seçmenlerin parlementerleri desteklemesine sebep olmaz; daha ziyade seçim bölgesinin halkını ziyeret etmek ve onlarla ilişki kurmak etkili olur. Walle şunu belirtir: “seçimler etrafındaki en büyük rekabet benzin satıp oy satın almak olduğu zaman; demokratikleşme Klientalizmi arttıran bir unsurdur. Bununla beraber, seçimsel destek anlamında bir parlemento üyesinin davranışlarını çok önemli buluyorum. Şöyle ki; parlemento üyelerinin seçimlerde durdukları taraf, seçmenleri etkilemektedir. Afrikadaki seçmenler, kamusal mallarla özel mallardan daha çok ilgilenmektedir (Young,D.J, 2009: 8).

Medya Açısından

Klientalizm medya haberlerinin gelişimini çok çeşitli yollardan etkileyen bir olgudur. Çeşitli toplumlarda Klientalist ilişkileri olan belli sosyal güçler mevcuttur. Bu güçlerden birçoğu yeni değildir; lakin son 20 yılda hız kazanmıştırlar. Bu ilişkiler kentselleşme, endüstrileşme ve orta sınıf ve sivil toplumun genişlemesiyle oldukça karmaşık değişimler yaşamıştır. Medya tarihçilerinin ve benzer geçmişe sahip gazetecilerin sıklıkla belirttikleri gibi ekseriyetle kentlerde yaşayan orta sınıf gazete okuyucuları daha sofistike ve özgür bir düşünce yapısına sahiptirler. Medya haberlerinin yeni şekiller almasında en önemli etkenlerden biri kültürel değişimdir; bu değişim aynı zamanda sosyal hareketleri ve sivil toplum örgütlerini de değiştirmiştir. Diğer bir önemli etki de ticarileşmedir. Bu durum Latin Amerika’da özel televizyonların devreye girmesi ile ithalattan neoliberalleşmeye geçiş ile ilgilidir. Latin Amerika’daki durum, devlet televizyonlarının özelleşmesiyle ve devletin medya kontrolünü kaybetmesiyle başgösterdi (Hallin,D.C, 2001: 16).

Medyanın Ticarîleşmesi Açısından

Bu noktada biraz geriye dönelim ve Klientalizm ve Ticarileşme ilişkisine bakalım. Genelde bu ikisi kesinlikle ayrı kefelerde düşünülen olgularıdır. Gerçekten de, Klientalizm piyasa topluluklarının sosyal formasyonunun karakteristik bir özelliğidir. Örneğin; Çin ve Doğu Avrupa’da Klientalizm, ticarileşmenin hemen ardından gelişmeye başladı. Meksikalı medya sahipleri, devleti politikacılara satarken kar ettiler ya da Yunan sanayicileri kendi işletmelerini desteklemekte baskı unsuru olarak gazeteleri kullandılar ancak şunu asla unutmayalım ki; Klientalist ilişkiler mutlaka ticari neticelere hizmet eder. Ticari televizyonların devreye girmesi, Klientalizmin kuyusunu kazmaz. Yunanistan örneğindeki gibi; televizyonların ticarileşmesi Klientalizm ile bağlantılı partizan politik baskıları elemine etmedi; yalnızca şeklini değiştirdi. Benzer bir hikaye de Latin Amerika’da mevcuttur. Neoliberal reformlar yapıldığı zaman, medya devlete daha az bağımlı bir hale geldi ve böylelikle potansiyel olarak daha güçlü bir politik unsur şeklini aldı (Hallin,D.C, 2001: 17).

Demokratikleşme Meselesi

Politik adaylar, seçmenlerine daha az güvenilir vaatlerde bulunduğu zaman, genç ve olgun demokrasilerdeki politik tercihleri karşılaştırdığımızda; gözlemlediğimiz olgu politikaların gözle görülür bir biçimde tahrif edildiğidir. Toplumdaki patron-müşteri ilişkisi, yüksek transferler üreterek, yüksek düzeyde rant peşinde koşarak ve kamu mallarından ödenek ayırmanın düşük düzeyleri söz konusu olduğunda; bu ortamda daha geniş etkiler yarattığı politik bir sahaya taşınır. Bu bağlamda Klientalizmi incelerken; genç demokrasilerin peformansı ve demokratik kurumlar en temel kamu politikası unsurları haline gelir. (Kfeer P, 2005: 38).

Politik sistemler, politik katılım politik kurumsallaşmadan hızlı geliştiği zaman istikrarsızlaşır. Bu geniş ilişkileri inclemek yahut tanımlamak kolay değildir. Misalen; Huntington sistemlerin “adapte edilebilir, kompleks, tutarlı ve otonom” olduklarında daha yüksek düzeyde kurumsallaştığını öne sürmüştür (Kfeer P, 2005: 38). Peki şunu sorsak acaba ne yanıt alırdık, neden politikacılar demokratikleşme adına seçmenlerin davranışlarını değiştirmeye çabalamak yerine; sanayileşmemiş ülkelerde mevcut olan politik çarpıklıkları bertaraf etmeye çalışmıyorlar? Ya da demokrasi geçmişi ile bağlantısı olan hak ve özgürlükler açısından genç demokrasilerdeki politik liderler bu hak ve özgürlüklerin zayıf bir savunucusu durumundalar? Demokratik kültüre sahip, olgun demokrasilerde yolsuzlukların bertaraf edildiğini görüyoruz, neden genç demokrasiler bunu başaramasın?

4.Netice

“Gerçeği arayanlara güven ve onların bulduklarından şüphe et”
Andre Gide

Bu çalışmada Klientalizm’in çeşitli alanlarla olan bağlantısını incelemeye çalıştık. Farklı toplumlarda kendini farklı gösteren Klientalist poltikaların verimliliğini inceleye çalıştık. Genel bir netice olarak, az gelişmiş ülkelerde, eğitim seviyesinin düşük, yoksulluğun ve yolsuzluğun yüksek olduğu ülkelerde ve hegomonik yapılarda Klientalizmin daha etkin olduğu ve aynı zamanda böyle bir çevreden beslendiğini ortaya koyduk. Politik Ekonomi, Kamu Yönetimi ve Demokratikleşme çerçevesinde ele adığımız Klientalizmin bertaraf edilmesi için demokratikleşmeyi bir ön koşul olarak ortaya koyuyoruz lakin; ekseriyetle apolitizasyona ve sivil toplum eksenli politikalara ihtiyacımız olduğu aşikardır. Neticede, Klientalist politikalar, az gelişmiş toplumlarda çok cazip hatta kuvvetli olarak gözükebilir ve işler bu ilişkiler üzerinden yürüyebilir; ancak unutmamak gerekir ki bu yaklaşımla üretilmiş politikaların evrensel düzeyde bir geçerliliği yoktur, hızla gelişen dünya ekonomilerinde ve politik sistemlerinde karanlık perde arkasında duran Klientalist politikalara bundan sonra da meşrû bir yer olmayacaktır.

Kaynaklar

Roniger L, Politik Klientalizm, Demokrasi ve Piyasa Ekonomisi, SSRN 1998: 1
Gadowska K, Majcherkiewicz T, Kamu Yönetiminde Politik Klientalizm, SSRN,2006
Bearfield, D.A., Patronaj Nedir? Eleştirel Bir Revizyon, Teksas Uni, 2009: 64
Robinson J.A., Verdier T, Klientalizmin Politik Ekonomisi,SSRN 2003
Wantchekon L, Klientalizm ve Oy Verme Davranışı,New York Uni, 2002
Salvochea,R., Arjantin’de Klientalizm, 2008: 304
Ponce, A.F., İşsizlik ve Klientalizm; Piquetero Örneği,Disiplinlerarası & Çok Disiplinli Araştırmalar Gazetesi 2007: 1
Becerra, M.P, Klientalizm ve Sosyal Fonlar, IESA, 2006: 6
Majcherkiewicz T, Gadowska K, Kamu Yönetiminde Politik Klientalizm; SSRN,2006: 2
Singer M.M., Klientalizm ve Yolsuzluk İlişkisi, Connecticut Uni,2009: 3
Weber,A, Klientalizmi ve Politizasyonu Yargılamak, CIS Çalışma Makalesi,2009:2
Indridason,H.I, Koalisyonlar ve Klientalizm, Izlanda Uni,2006: 10
Hopkin J, Siyasal Değişim ve Demokratik Teori, APSA Yıllık Toplantı, 2006:12
Young,D.J, Afrika Seçimlerinde Klientalizm İşe Yaradı mı?, AFRO,2009: 8
Hallin,D.C, Politik Klientalizm ve Medya, Uni CA 2001: 16
Kfeer P, Demokratikleşme ve Klientalizm, Dünya Bankası Siyasal Araştırmalar,2005: 38

1 F.Bacon, Denelemeler, syf 122
2 Leukippos'un öğrencisi Democritus, (M.Ö. 460 - 370)lü yıllarda yaşamış ve Sokrates'den sonra ölmüş olmasına rağmen, "Sokrates öncesi doğa filozofları"ndan sayılır. Hocasının ortaya attığı teoriyi büyük ölçüde geliştirerek ünlenmiştir. Parmenides'in temsil ettiği tekçilik (monism) ile Empedokles'in çokçuluğu (pluralism) karşısındaki aracılık girişimleri sonucu, "Atom veya bölünmeyen öz" teorisi ile ünlenmiştir. (Bazı kaynaklar Empedokles ve Anaksagoras'ı da "atomcular" sınıflandırmasının içine sokmaktadır. Bu görüş isabetli bir tesbittir.)
3 Alfred Emanuel Smith, ( Aralık 30, - Ekim 4, 1944), özel hayatında ve toplumda Al Smith olarak bilinen, 42. New York valisi olarak dört kez seçilen Amerikan Politikacı.

Admin Akademi
Kendinizi Geleceğe Hazırlayın